Seinfeld’den Seçmeler | Eğlence

Merhaba, en sevdiğim komedi dizisinden seçtiğim bazı esprileri sizinle paylaşayım.

İki çeşit iyilik var:
Büyük iyilik, küçük iyilik.
İyiliğin büyüklüğünü birinin size “bana bir iyilik yapar mısın” diye sorduktan sonra ne kadar beklediği ile ölçebilirsiniz.
Küçük iyilik, küçük bekleme:
“Bir iyilik yapar mısın? Şu kalemi uzatsana.”
Hiç bekleme yok.
Büyük iyiliklerde: (Burada biraz bekliyor) “Bana bir iyilik yapabilir misin?”


Kadının biri telesekreterime buğulu bir sesle bir mesaj bıraktı.
Kadın ne derse desin, eğer buğulu bir sesle söylediyse, şöyle…
“Kansersiniz.”
“Gerçekten mi?”
Kulağa çok hoş geliyor.
Hostes eğilip kulağıma şöyle diyebilir:
“Kemerinizi bağlar mısınız?
Bir dağa çarpmak üzereyiz.”
Ben de şöyle derdim, “Peki uçak gövdesinden kopan parçaların arasında bir şeyler yapmak ister misin?
Ya da kara kutunun üstünde bir kaç fıstık yesek?
Orada görüşürüz.


İyi bir anlaşma yapmak zor. Profesyonel anlaşma yapanlara bakarsak:
Maskeli Süvari, Süpermen, Yarasa Adam, Örümcek Adam, Plastik Adam.
Hepsinin farklı kişilikleri var. Yüzlerinde maskeler, gizli kimlikler.
İnsanların kim olduklarını bilmelerini istemiyorlar.
Cezayı ağırlaştıran sebep.
“Süpermen, hayatımı kurtardığın için teşekkürler ama duvarımın içinden geçmek zorunda mıydın?
Burada kirada kalıyorum. Depozit alıyorlar. Şimdi ne yapacağım peki?”


Uçaktayım. Geç kaldık.
Pilot diyor ki, “Biraz zaman kazanacağız.”
İlginç, değil mi?
Aniden zaman kazanıyorlar.
Bu yüzden saatlerinizi sıfırlamanız gerekiyor.
Elbette, zaman kazanacağız derken çok açık ki, uçağın hızını arttırıyorlar.
Benim sorunum ise, daha hızlı gidebiliyorsan neden tüm uçuş boyunca gidebildiğin kadar hızlı gitmiyorsun?
Hadi ama. Burada, yukarıda polis yok.
Kökle. Bas biraz gaza.
Uçuyoruz.


Florida bu insanlar için yeterince sıcak ve bunaltıcı değil mi?
Onlar sıcağa bayılıyorlar.
İnsanoğlunun güneşe inmesine karar verilirse bence bu yaşlı, emekli adamlar bunun altından kalkabilecek tek insanlarmış gibi geliyor bana.
Orada oturacaklar kızılağaç banklarının üstünde, bezleri kafalarında ve şöyle diyecekler:
“Burada ter atmaya çalışıyorum.”


Ne zaman birisi bir doktor tavsiye etse, o en iyisidir.
“Bu adam en iyisi.”
Hepsi en iyi olamaz.
Bu kadar çok en iyi olamaz.
Birileri bu sınıfların en kötü derecesi ile mezun oluyor.
Bu doktorlar nerede?
Herhangi bir yerde birisi arkadaşına şöyle der mi?
“Benim doktorumu görmelisin.
O en kötüsü.
Evet. En kötüsü.
Bu konunun en kötüsü.
Ne rahatsızlığın varsa, onu gördükten sonra daha kötü olacak.
O aslında– O bir kasap.
Adam bir kasap.”
Bir de şu var, “Beni tanıdığını söylemeyi unutma.”
Neden? Ne farkeder ki?
O bir doktor.
Ne yapa–?
“Demek Bob’u tanıyorsun.
O zaman, sana gerçek ilaçları vereyim.
Diğer herkese Tic Tacs(şekerleme) veriyorum.”


Ben yemek seçenlerden değilim.
Hiç:
“Oh, bu az pişmiş. Oh, bu çok tuzlu.” yapmam.
Sadece ye ve kapa çeneni.
Her yerde, ne varsa yerim.
Otel koridorlarında oda servisi tepsilerinde bırakılmış ekmekleri bile yedim.
Yedim. Şaka değil.
İşte benim hayatım.
Bilmiyorum, birisi bırakmış.
Neden birisi ekmeği zehirleyip sabahın ikisinde gelecek bir komedyen için onu koridorda bıraksın?
Neden yapsınlar?
Bazen bir restorana gidersiniz, hesabı küçük bir kitabın içine koyarlar.
Nedir bu, faturanın hikayesi mi?
“Bir zamanlar, çok aç insanlar vardı.”
Bu ne?
Küçük sarı püskül sarkar.
Restorandan mezun mu oluyorum?


Neden bağlanmak bir erkek için bu kadar büyük bir problem?
Bence bazı nedenlerden ötürü hayatın otobanında giderken beraber olduğu kadın bir çıkış yolu.
Ama o çıkmak istemiyor.
Gitmeye devam etmek istiyor.
Kadın ise, ” Bak. Benzin, yemek, kalacak yer. Bu bizim çıkışımız.
Mutlu olmamız için gerekli her şey.
Dışarı çıkalım, burada, şimdi!”
der gibi.
Ama adam üstünde ” Bir sonraki çıkış, 27 mil” yazılı tabelaya bakar ve düşünür,
“Yetişebilirim.”


Biliyor musunuz, bir çok sebepten dolayı yetişkinlikten hoşlanıyorum.
İlk sebebini söyleyeyim size :
Bir yetişkin olarak, kurabiye istersem, kurabiye alırım, tamam mı?
Üç kurabiyem ya da dört kurabiyem ya da onbir kurabiyem olabilir, istersem.
Çoğu zaman, isteyerek iştahımı kesebilirim.
Sadece kesmek için.
Ve ondan hemen sonra annemi arayıp ona yaptığımı söylerim.
” Alo, anne? Evet, az önce tüm iştahımı kestim.


Ne zaman şu suçlularla, terörislerle, psikopatlarla ilgili haberleri görsem düşünürüm.
Farkettiniz mi yüzlerini gazeteyle, ceketle, şapkayla falan kapatırlar.
Neden çekiniyorlar ki?
Bu adamların endişelenecek neleri olabilir?
Yani temiz isimleri karalanarak kovulacaklarından mı endişeleniyorlar?
Ne yani, büyük bir terfi falan alacaklar da onu mu kaybedecekler?
Patronları televizyonda görüp de:
“Bu bizim satış bölümünden Johnson değil mi?”
Saat kulesine çıkmış, tek tek herkesi avlıyor.
“Sanırım bu, yeni şubemizin başına getireceğimiz türden biri değil.”
Bence tahsilatta olmalı.
Bu konuda yetenekli.”


İnsanlar intikam fikrine bayılırlar.
Hiç “En iyi intikam iyi yaşamaktır.” lafını duydunuz mu?
Ben de kullanırım.
Ama birinden intikam almanın en iyi yolu, kendi hayatında mutlu ve başarılı ol anlamında değil.
Kulağa hoş geliyor.
Ama Küçük Emrah’ta işe yaramaz.
Hani şu ailesinin dağıldığı, annesinin kötü yollara düştüğü.
Gidip de:
“Emrah, annene tecavüz etmiş olabilirler ama sende artık çok para var.
Yeni bir araba, harika bir ev, oturma odası…
Bu o heriflere gününü gösterecektir.”


İnsanlar sürekli sizden birşeyler çalar. Onları durduramazsınız.
Ama herkesin küçük kişisel güvenlik sistemi vardır.
Aptalların yakalanacağına inandığımız şeyler.
Plaja gider, denize girersiniz.
Cüzdanınızı ayakkabınızın içine koyarsınız.
Kim bilecek ki?
Ne çeşit bir şeytani zeka bu güvenlik sistemini aşabilir ki?
“Bağcıklarını bağladım.
Onu geçemezler.”
“Cüzdanı ayakkabının parmak ucuna doğru ittim.
Oraya kimse bakmaz.
Topuğu kontrol eder ve giderler.”


Bozulan bir deri ceketim var. Neden nem deriyi bozar?
Anlayamıyorum.
İnekler devamlı dışarda değiller mi?
Anlamıyorum. Yağmur yağdığında, inekler çiftçiye gidip:
” İçeri al bizi. Hepimiz deri giyiyoruz!
Kapıyı aç. Tüm kıyafetimiz bozulacak.”
” Süet mi?”
” Ben süetim.
Tüm bu üstümdeki süet. Bunu temizletemem de.
Tek elbisem de bu.”


Trafikte hep şerit uzmanları olur.
Bu tür insanlari bilir misiniz?
Sürekli şerit seçimlerini sorgularlar. Asla emin olamazlar:
“Bu hayatımın en iyi şeridi mi acaba?”
Hep biraz öndedirler.
“Oraya girebilir miyim?
Önünüze geçebilir miyim?”
Evet, buraya gel ahbap.
Biz burada uçuyoruz.
Burası gizli şerit, kimse bilmiyor.
Trafikteki psikolojik sınavların en zorlusu tamamen durma noktasıdır.
En ufak bir kıpırtı bile yok.
Pencereden bakarsınız ve cikleti açıkça görürsünüz.
Ama biliyoruz ki gelecekte trafik çok daha kötü olacak.
Ne olacak? Geri geri mi gitmeye başlayacak? Bu mümkün mü?
O gün diyeceğiz ki;
“Trafik artık iyice kötü oldu.
Çok kötü.
Çıkmaya ve diğer yönden gitmeye çalışacağım.”


Kadınlar birlikte oldukları erkeğin işini sevmek zorundadırlar.
İşi beğenmezlerse, erkeği de beğenmezler.
Erkekler bunu bilir.
İşte bu yüzden işlerimize yapmacık isimler veririz.
“Şu anda, bölgesel yönetim süpervizörüyüm.
Geliştirmedeyim, araştırmadayım, danışmadayım.”
Diğer taraftan, biz erkekler, bir kadını fiziksel olarak çekici bulmazsak işiyle ilgilenmeyiz, değil mi?
Erkekler pek umursamaz.
Şöyle yaparlar: “Mezbahada mı çalışıyorsun gerçekten? İlginç.
Büyük bir satırın var, kafalarını kesiyorsun. Harika.
Bak. Duşunu alınca hamburgerlerimizi alıp sinemaya gitmeye ne dersin?”


Süpermarkette kuyruktayım.
Önümde iki kadın var.
Birininki 8 dolar tuttu. Diğeri 3 dolar.
Elbette, ikisi de çekle ödemeyi tercih etti.
Doğrusu, önünüzde çek yazan bir kadınsa fazla beklemeyeceksiniz demektir.
Kadınların çeklerle çok hızlı olduğunu farkettim.
Çünkü çok fazla çek yazıyorlar.
Anahtarları mesela, hiç bulamazlar.
Nerede olduklarını bilmezler.
Ama çek defteri, bilirler.
Çek defterini hiç el yordamıyla aramazlar.
Çek defteri kılıfından çıkar.
“Kime yazıyorum?
İşte kimliğim.”
Bir erkek için, bir çekte erkeksi olmayan birşey vardır.
Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum.
Sanırım, çek bir erkek için, annesinden bir not gibidir.
“Param yok, ama bu kişilerle temas kurarsan eminim sana para verirler.
Bu seferlik bana güvenirsen.
Param yok, ama şunlar var.
Şunların üzerine yazdım.
Bunun bir değeri var mı?”


Seinfeld. Orta boy bir araba için rezervasyonum vardı, onun da küçük boy için.
Tamam, bakalım neler var?
Üzgünüm. Elimizde şu an hiç orta boy araç yok.
Rezervasyon yaptırmıştım. Hala duruyor mu?
Evet, duruyor. Maalesef, elimizde hiç araba kalmadı.
Ama rezervasyon arabayı burada tutar. Bu yüzden rezervasyon sisteminiz var.

  • Neden rezervasyon sistemimiz olduğunu biliyorum.
  • Bence bilmiyorsunuz.
    Bilseydiniz, şu an bir arabam olurdu. Rezervasyon almayı biliyorsunuz.
    Sadece rezervasyonu tutmayı bilmiyorsunuz.
    Ve bu rezervasyonun en önemli kısmı: Tutma.

Araba alarmlarını tasarlarken sanki arabanın sinirli, histerik bir insanmış gibi davranması istenmiş.
Yanına kim yaklaşırsa yaklaşsın, kim rahatsız ederse etsin, o:
Işıklar yanıp sönmeye, tamamen deli gibi davranmaya başlıyor.
Herkesin bu kadar çok ilgiyi üstüne çekmek istemedikleri akıllarına gelmemiş mi?
Daha nazik bir araba alarmınız olsa daha iyi olmaz mıydı?
Belki de, bilirsiniz, birisi arabanıza zorla girmeye çalışırken, o da:
(Öksürüyor…)
“Özür dilerim?”
Ben böyle bir araba alarmı isterdim.


İntihar eden insanları anlamıyorum İntihar girişiminde bulunan kişiler bir şekilde ölmezlerse, bunu bir daha denemiyorlar.
Neden?
Neden tekrar intiharı denemiyorlar?
Ne değişiyor? Hayatları daha iyi mi oluyor?
Hayır. Aslında daha kötü oluyor çünkü başarısız oldukları bir konu daha olduğunu farkediyorlar.
Bu insanların hayatta başarılı olmamasının ilk nedeni bu.
Çünkü çok kolay vazgeçiyorlar.
Haplar işe yaramıyorsa bir de ipi dene.
Garajdaki araba çalışmıyorsa tamirci bul.
Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?
İnsanın belirlediği amaca ulaşması kadar memnun edici birşey yoktur.


Orkestra şefinin önemini gerçekten anlamıyorum.
Yanlış anlamayın ama, o herif ne işe yarıyor?
Keman çalabilmek için, gerçekten birisinin yüzünüze bir çubuk sallaması mı gerekiyor?
Bu size gerçekten yardımcı oluyor mu?
Ona başlangıçta ihtiyacımız olduğunu kabullenebilirim, tamam mı?
Tık, tık, tık. “Başla.” Tamam.
Buna neden ihtiyacınız olduğunu anlıyorum.
Ama başladıktan sonra, artık her şey ilerlerken ona ne diye ihtiyacımız olsun ki?
Çellistin etrafa bakıp da: “Kafam karıştı. Ne yapacağımı bilmiyorum.”
Ve şef te şöyle yapar: “Bunu yap. İşte böyle…”
“Tamam, teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.”


İşsizlik, zor şey.
İşsiz kaldıktan sonra, bir işe girseniz bile her hafta işsizlik parasını çekinizden kesiyorlar ve size o küçük kutu içerisinde gösteriyorlar.
Her maaş çekinizi aldığınızda, üstünde “işsiz” kelimesinin geçmesi size ne faydası olabilir ki?
Kafanızdan atamazsınız!
İşi daha yeni almışsınız!
Şimdiden sizi atmayı düşünüyorlar.
İşsiz kalmış bir arkadaşım var.
İşsizlik sigortasından para alıyor.
Bu adam, bu parayı almaya devam etmek için hayatında hiç bu kadar çalışmadı.
Her hafta oraya gidiyor, sıraya giriyor, görüşmeler yapıyor ve iş aradığı ile ilgili bir sürü yalan uyduruyor.
İşten kaçmak için harcadığı efor ve enerjiyi bilselerdi, eminim ona, zam yaparlardı. Kesinlikle.
Adam inanılmaz bir iş çıkarıyor çalışmamak için.


Bebeği olan bir arkadaşım var.
“Bebeği görmen lazım.”
“Gelmeli ve bebeği görmelisin.”
Hiç kimse sizden gelip de, büyükbabanızı görmenizi istemez, değil mi?
“Büyük babamı görmelisin. Onu görmen gerek.”
“Çok şirin.”
“70 kilo, 250 gram. Bu yaşta onlara bayılıyorum.”
“1000 aylık.”
“80’lerinin ortası, “büyük” insanlar için çok güzel bir zaman.”
“80’lerin ortasında, onları görmen lazım.”
“Bugün banyoya kendi başına gitti.”
Bebekleri olan insanları görmenin zor yanı onların heves, istek düzeyine gelmek zorunda olmanız.
Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?
Her zaman çok heyecanlılardır.
“Ne düşünüyorsun?”
Bir kez olsun şöyle bir çift ile tanışmak istiyorum:
“Aslında, onunla ilgili olarak o kadar da mutlu değiliz.”
“Bence, gerçekten büyük bir hata yaptık. Bir akvaryum almalıydık.”
“İster misin? Biz istemiyoruz bile. Sana verelim mi?”


Sonra uçağa binersiniz.|Pilot kesinlikle kabin içi ses sistemini kullanıyordur.
Bu adamlar pilot oldukları için çok heyecanlıdır, kendilerine bile tahammül edemezler.
“Az sonra bunu 20,000’e çıkaracağım.”
“Sonra Pittsburg’da duracağım.”
“Sonra Chicago’dan geçip”
“15,000’e indireceğim.”
Tüm rotayı, tüm hareketlerini anlatır.
Arkada biz de: “Evet, hoş.”
“Ne halt edersen et. Ben anlamam.”
“Ama sonunda bilette yazan yere git.”
Ona ben ne yapacaklarımı anlatıyor muyum?
Kokpitin kapısını küt diye açıp: “Şimdi fıstık yiyorum.”
“Evet, arkada işte bunu yapıyoruz.”
“Sanırım ağızının payını aldın.”
“Hepsini yemeyeceğim, birazını bırakacağım.”
“Hepsini bitirmeyi düşünmüyorum, çünkü büyük bir paket.”


Çocuklar “Wait!” demezler.|Şöyle derler:
“Wait up! Hey, wait up!”
Çünkü küçükken hayat yukarıdadır, gelecek yukarıdadır. (your life is up, future is up)
İstediğiniz herşey yukarıdadır. (everything you want is up.)
Bekle, dur, kapa çeneni (“Wait up, hold up, shut up.”)
“Anne, bitti! Yatmak istemiyorum” (“Mamma, clean up”, “Let me stay up.”)
Yetişkinler içinse herşey tam tersidir.
Herşey aşağıdadır. “Sakin ol, Ağır ol, Buraya gel.” (“Just calm down”, “Slow down”,
Otur, koy onu yerine (“Sit down”, “Put that down”)


Bizim için geliştirdikleri şu çekirdeksiz karpuz beni çok etkiliyor.
Başardılar. Artık çekirdeksiz karpuzumuz var.
Oldukça şaşırtıcı.
Merak ediyorum, çekirdeksiz karpuz için ne ekiyorlar peki?
Karpuzlar tohumlanıyor, değil mi? Birşeyler ekmeleri gerekiyor.
Nasıl oluyor peki?
Ve ne çeşit bilim adamları bu tip işlerle uğraşıyor?
Bu şeylerin geliştirilmesinin 15 yıl aldığını okudum.
Laboratuvarlarda, gen kaynaklayarak ya da, ne bileyim, ne yapıyorlarsa işte…
Yani diğer bilim adamları AIDS, kanser, kalp krizi üzerine çalışırken
bu herifler: “Hayır. Ben kendimi kavun-karpuza adıyorum.”
“Bence bu çok daha önemli.”
Elbette binlerce insan gereksiz yere ölüyor ama bu… onları durduracak.”
“Hiç ıslak bir çekirdeği yerden almayı denediniz mi? Neredeyse imkansızdır.”
“Bence parayı kesinlikle bu çalışmalara adamalıyız.”


Bir keresinde sağdıç (best man) olmuştum. Çok hoştu.
Çok güzel bir isim bence… ‘Sağdıç’ (Best man)
Ama bir de şu var.
Düşündüm ki bir damat ve bir ‘oldukça hoş’ biri var
Fazlasıyla yeterli.
Eğer ben ‘best man'(en iyi) isem, neden onunla evleniyor?
Smokin giymek zorunda kalmıştım ki bence kadınlar tarafından icad edilmiş birşeydir.
“Pekala, madem erkeklerin hepsi aynı, o halde hepsini aynı giydirelim.”
Smokin aynı zamanda gelin için düğün güvenliği aracı anlamına da gelir.
… eğer damat fikir değiştirirse, herkes bir adım atıp yerine geçebilir.
ve tören devam eder.
Bu yüzden:” David Williams’ı sadakatle bağlı kalacağınız eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” yerine…
“BU ADAMI kabul ediyor musunuz?” derler.


Olimpiyatlar en gözde spor olayımdır.
Gerçi gümüş madalyayı bir türlü anlayamam ama…
Eğer bir atlet olsaydım, sonuncu olmayı gümüş madalyaya tercih ederdim.
Düşünsenize… Altın madalyayı kazanırsanız iyi hissedersiniz.
Bronz kazansanız: “En azından birşey kazandım.” dersiniz.
Ama eğer gümüş kazandıysanız:
“Tebrikler! Neredeyse kazanıyordun.”
“Geri kalan tüm ‘kaybedenlerin’ içinde, en iyisi sensin.”
“Sen bir numaralı… kaybedensin.”
“Senin önünde… kaybeden biri yok.”
Çok farkla da kaybetmezler. Şu kısa yarışlarda…
Saniyenin üçyüzde biri saniyenin ikiyüzde biri…
Hayatlarının geri kalan kısmında
bununla nasıl yaşıyorlar?
Çünkü olayı anlatmak zorunda kalacaklar.
Herkes hikayeyi duymak isteyecektir.
“Vay! Tebrikler! Gümüş madalya!”
“Sendeledin mi? Silah sesini mi duymadın? Hadi, ne olduğunu anlat.”
Saniyenin yüzde biriyle kaybettim.
Herif şunu düşünüyordur:<
“Sivilcem olsaydı kazanırdım!”


Söyle birşey görmüştüm, aslında bir araştırma:
Kalabalık önünde konuşma ortalama bir insanın birinci derece korkusuymuş.
Bana şaşırtıcı geldi.
İki numarada ölüm vardı.
Ölüm iki numarada mı?
Bu demek oluyor ki, eğer sıradan biriyseniz, bir cenaze töreninde
konuşmayı yapmaktansa tabutta olmayı tercih edeceksinizdir.


Serbest düşüş kesinlikle yaptığım en korkutucu şeydi.
Size serbest düşüş hakkında bir şey sorayım:
Serbest düşüşte kaskın anlamı nedir?
Bir işe yarar mı?
Uçaktan atlıyorsunuz ve paraşütünüz açılmıyor,
bu durumda kask korunmak için sizi giymiş durumda oluyor.
Sonra da kask, diğer kasklarla konuşuyor:
“İyi ki oradaydı yoksa doğrudan yere çakılacaktım.”
“Sakın altında bir insan bağlı olmadan uçaktan atlama.”
“En temel güvenlik işte bu.”
İnsan ırkının zeki olmadığına dair birçok kanıt bulabiliriz.
Kask benim kendi favorimdir.
Gerçek şu ki, kaskı icat etmek zorunda kaldık…
Neden kaskı icat ettik?
Çünkü kafamızı parçalayan birçok hareket yapıyoruz.
Duruma şöyle bir bakmışız…
Bu hareketlerden sakınmak yerine
ufak plastik bir şapka icat etmişiz.
Böylece kafa parçalayan yaşam tarzımıza devam edebildik.
Kasktan daha ahmakça olan şey, kask yasası,
Neredeyse çalışmayan bir beyni korumanın anlamı nedir ki?
içinde olduğu kafanın kırılmasını engellemeye çalışmıyor bile.

Selamlar.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *